lundi 9 août 2010

Karşılaştırmalı gazetecilik kültürü

Gazetecilik güzel bir meslektir aslında. Hani okul bitti ya, bende kendime iş arıyorum. Geçen bir program izliyorum. Sadece basın mensupları toplanmış, sanki her alanda ihtisas yapmış gibi, döktürüyorlar : gazze olayı, anayasa hukuku, iç politika, falan filan. Helal be diyorum, ne cüret !


Aslında iki tür gazeteci vardır : haber peşinde koşan haberciler (ki bunun zirve adı, Günter Walbraff'tır) ve gazete okuyan haberciler. Bu ikinci şıktan olanlar ne şanslıdır, var ya ! Sabah kalk, git gazeteye, bütün gün gazete köşe yazarlarını oku, akşama doğru yaz yazını, akşamları da geç televizyon stüdyolarına, oradan buradan öğrendiklerinle mantık yürüt ve fikir sun. Oh. Ay sonunda da, dolgun bir maaş. Hafta sonları da, operaya gittin mi tamam. Oluyorsun bir kanaat önderi.


Fransa'da yazılı basının gazetecileri, la crème de la crème'dir. Bir konuya vakıf olur ve köşe yazısı değil, haberi yazar. Yani tam anlamıyla muhabirlik yapar. Aç Le Monde'u, dini konuları yazan hep aynı insandır, uluslararası konuları yazan da hakeza, iç politika, bilim, vs. Televizyonda gazetecilik yapanda, ancak lafı ağzına tıkar, neymiş, zaman su gibi akıyormuş ! Ee bir saatlik oturum için, sekiz kişiyi dâvet edersen böyle olur... Önemli bir fark vardır : Türkiye'de tartışma programlarının ucu açıktır, anlat babam anlat; Tarihin arka odası misal, beş, altı, yediye kadar sürer. Fransa'da öyle bulamassın, her şey planlıdır. Zaten gazeteci pek konudan anlamaz, süs püsle ilgilidir. Derinliğine bir şey anlattırmazlar. Onun için yazılı basın daha önemlidir; bilgiyi oradan kaparsın. Türkiye'de tam tersidir : gazeteyi aç, bomboş. Kocaman bir resim ve altına, aynı şeyi söyleyen cümleler. Aynı kelimeler, analiz sıfır. Mecbur gene düştün köşe yazarının eline.


Bir ara, laiklik üzerine bir makale yazıyordum; baktım ki bütün hocalar kapmış bir köşe, döktürüyorlar doktrini. "Ulan arkadaş bu ne ?" diye sordum bir Türk öğrenciye. Makalemin dipnotları gazete referanslarıyla doldu. "Ee, dedi, bizde nerede öyle Fransa'daki gibi ihtisas dergileri ! Hocalar makale bâbında ancak köşelerde yazıyorlar". Bir bakıma da iyi, halkta yararlanmış oluyor ama sanki ciddiyetten uzak gibi duruyor. Düşünsene dipnotları : Le Monde, 8/12/2006, sayfa 7; Liberation, 17/02/2010, s. 23; Le Figaro, 3/01/2005, s. 2, vs. Olsa olsa, L'Esprit'den, Les Temps modernes'den, L'Histoire'dan, Le Débat'dan filan referans verirsin Fransa'da. Daha alımlıdır.


Bende bir ara, kaptırdım kendimi, "abi, dedim bir arkadaşa, beni de köşe yazarı yapsana", "höst, dedi, oraya gelmek için kırk fırın ekmek yemen lazım", "gözünü sevim, dedim, Nazlı Ilıcak'ın, Bekir Coskun'un, Tufan Türenç'in neresinde bu ekmekler ?", "sen öyle san, üstadlık öyle çatkapı olunmuyor". Benden de muhabir olmaz ki ! Ben koltuğuma iyice oturayım, aklımdan geçeni yazayım istiyordum. Neyse ki, düzeltti arkadaş, "gazeteci dediğin, aslında bir üniversite hocası gibi çalışır, durmadan araştırır, düşünür, yazar; var mı öyle hemen ordinaryüs olmak, hadi canım, çalış Allah verir...". Bende amin dedim. O gün bu gün, telefonun çalmasını bekliyorum...