vendredi 20 août 2010

Ülke müsveddesi ?

Biz, yabancı ülkelerde yetişmiş Türkler için, genel intiba, Türkiye'de "şapşal" olduğumuzdur. Türkiye gençlerinin, bana göre, has bir yetişme tarzları vardır. Hayat ile mücadeleye alışkın olduklarından mıdır yoksa kültürün bir parçası mıdır bilemiyorum ama bizlerden daha uyanık, daha cingöz ve daha hitabetli oldukları açıktır. "Hadi be abi", "sağolasın abim", "ama olmaz ki abicim", vs. gibi laflarla doludur beynim. Mağazada, bankada, takside, otobüsde, heryerde.

Bir gün, oturuyorum durakta; elimde Taraf gazetesi. Adamın biri yaklaştı ve dedi ki : "güzel gaste, gardaş okuduysan, bana ver gasteyi". Şasırdım. "Daha okumadım, kusura bakmayın" dedim. Sonra düşündüm de, "kusura bakmayın"ı niye dediğimi anlayamadım. Daha okumadığım bir gazeteyi vermemem bir kusur değil ki ! Fransızlık içimize işlemiş. Fransızlar neredeyse her cümlenin sonunda "excusez-moi", "pardon" derler. Hapşırır özür diler, hafif itekler özür diler, öksürür özür diler, kapıyı tutmayı unutur özür diler; oradan kalma herhalde. Fransızlığın nüvesi...

Biraz laubali bir toplum mudur acaba, türk toplumu ? Bu bapta, baştan savma davranışlarla sürüyle karsılaştım. Bir bankaya girdiğimde, insanları veznede yığılmış görmek, sırası kendine geldiğinde herkesin insanın özel olması gereken hesap işlerine burunlarını sokmaları, banka çalışanının hiç yardımcı olmak gibi bir derdinin olmaması, vs. Hayatlarından usanmış, işlerinden bıkmış, kendilerinden ve insanlardan ikrah etmiş bireylerden oluşan bir topluma benziyoruz.

Aynı zamanda sert mizaçlı bir cemiyet. Ezilmiş kişilikler ülkesinde olduğumuz için, herkes kabadayılık yaparak tatmin oluyor. Eş kocasından zevk alamıyor, erkek ise herkesin karısana yan bakmakla meşgul olduğunu zannediyor. Aslında Türkiye protokoller ülkesidir : aman fazla sırıtma yanlış anlaşılır (gay filan), aman sözünü ölçerek söyle yanındaki alevi olabilir, aman otobüste kadının yanına oturma yanlış anlar (sapık), aman nazik davranma snop olursun falan filan. Genç bir kadının yanındaki delikanlıyı babasının yanına yollayıp annesini çağırmasına denk düşmüştüm şehirlerarası bir otobüste. Allah'ım, görende Angelina Jolie zanneder. Neymiş, içimize işlemiş işte o kurallara tersmiş. Allah bilir ya, o kadın, koyu bir laikçidir. Hani şu kadın-erkek eşitliği için kendini paralayan takımdan. Tuhaf takıntılar diyarı...

Vasati Türk böyledir, maalesef. Bir de kaçınılmaz "torpil" meselesi var, tabii. Kendimden biliyorum. Ayıptır söylemesi, uluslararası hukuk okuduğum için, yakın bir akrabam beni Dışişleri bakanlığına danışman olarak aldırmak istedi. "Yazılıyı geç, mülakat işi tamam". Bende reddettim, tabii. Çünki ne yazılıyı geçecek isteğim var ne de böyle bir sisteme pabuç bırakacak zihniyet. Prensip olarak karşı olduğumu kimseye anlatamadım. "Salaksın vesselam" hükmünü duya duya tatil yaptım... Birde tapu müdürlüğündeki memur çerkez çıkmaz mı ? Işlerimi hızlandırdı sağolsun. Hani aslında zaten yapması gereken işi yaptı da, güler yüzüyle ilgilenmesi kâr oldu.

Dışarda ise, Türkler civelek bir topluluk olarak bilinir. Doğrudur. O ilk andaki soğukluğu kırabildikten sonra gerçektende derviş-nihâd insanlar oldukları doğrudur. Ama seviyesizliği şirinlikle veya cana yakınlıkla karıştırmamak lazım. Lüzumsuz insanlar çok. Hani "göbeğini kaşıyan adam" demişti Bekir Coşkun da, herkes çullanmıştı. Konsept doğru bir konsept ama içini yanlış tasvir etmişti. Vatandaşlığın ne olduğunu anlamayan, Devlet denen kurumun neye yaradığını bilmeyen, sadece sömürülmesi gereken bir aygıt olarak telakki eden, uluslaşma diye hiç bir derdi olmayan insanlardır göbeklerini kaşıyan adamlar. Ve maalesef, bunlar az buz değil...

Türkiye'yi, rakik insanların ülkesine ifrağ için çok uğraşmak gerekiyor. Işte o zaman Türkiye'ye gelmekten kâm alırız. Gelişi güzel yapılan işler, birbirine düşman kitleler, çıldırtan bir bürokrasi. Hissî ve fikrî tezelzüle mübrem. Buna bir ülke denmiyor, çünki. Fransız kaldım...